Yağmurlu bir gündü.Yağmur ilk önce hafif hafif atıştırmaya başlamış daha sonra o bardaktan boşalırcasına dedikleri şekilde yağmayı sürdürmüştü.Gökte kapkara bulutlar çeşitli kümeler oluşturuyordu.Ve her yerde kargalar vardı.Bir sağa bir sola uçuyorlar,daireler çiziyorlardı.Kargalar kara olan günü daha da karartmışlardı.Onlara düşman değildi ama pek bir dostluğu da yoktu.Sarah bulutları bir şeylere benzetmeye çalışarak kendini oyaladı ama nafile.Bulutlar hiçbir şeye benzemiyorlardı.Sarah bundan vangeçip yürümeye başladı.Mavi paltosu ve beyaz şapkasıyla böyle ıssız bir günde çok göze çarpıyordu.Yanından geçtiği ağaçların hepsi kupkuru,çarpık çurpuk dallı ve yaprakları dökülmüş ağaçlardı.Birden o cansız korunun ortasında bir ağaç gördü.Kocaman,yemyeşil bir çam ağacı.Yeşil,uçları sarı ipince yapraklarıyla sanki yaşam kaynağıydı bu korunun.Yavaş yavaş ağaca yaklaşmaya başladı.Gören hipnotize olduğunu sanabilirdi.Ya da büyülendiğini.”Evet.” dedi.”Büyülendim ben.Bu kocaman,güzel ağacın karşısında büyülendim.Ulu bir ağaç bu.”Birden durdu.Ağacın gövdesine iyice yaklaşmıştı.Kabukların farklı farklı renklerini,küçük oluk gibi bir girintiyi ve karıncaları bile görebiliyordu ama durmasının sebebi bu değildi.”Ulu bir ağaç…” demişti.”Ulu…” tam Carter’ın kelimesiydi doğrusu.”Onu çok özledim” diye iç geçirdi.
Ulu ağacın altına oturdu.Artık sararmış çimenler ıslaktı ama onun için fark etmezdi.”Burada yapayalnızım.” Diye düşündü.Sonra sağına soluna yavaşça bakındı.Gördüğü manzara karşısında durakladı.”İyi ki yalnızım diye düşünüp günahlarımı açıklamadım!” dedi.Sağ taraftaki bir ağaçta simsiyah bir karga,kargalar siyah olurdu zaten değil mi,bir dala tünemişti.Sanki önemli bir randevusu olan bir kız gibi başını bir o tarafa bir bu tarafa çeviriyordu.Sarah ironik bir şekilde güldü.Bu gülüş beyaz dişlerini de otaya çıkarmıştı.Karga anında durup ona baktı.Bu kargada bir tuhaflık vardı sanki.Kalbi bile simsiyahtı bu karganın.”Ölüm kargası…” diye düşündü.Sonra saçmaladığını fak ederek gözlerini kucağına koyduğu beyaz ellerine kaydırdı.Kalbi sıkışmıştı.Kalbi kocaman kırmızı bir balonmuş onu sıkıştırmış,sıkıştırmışlar da sonunda patlayıp her yeri kan kaplayacakmış gibiydi.
“Saçları ne kadar güzeldi”.dedi.Carter’la olan anıları beyninin depo bölümünden çıkıp gözlerinin önünde at koşturuyorlardı şu anda. Onunla evin arkasındaki patikadan çıkıp sapsarı buğday tarlalarında çocuklar gibi koşuşturdukları zamanları hatırlıyordu.O güzel zamanların bitebileceğini,bunların sona ereceğini o zamanlar hiç düşünmezdi.Ellerine değen küçük beyaz elleri…Onun başını göğsüne gömüp kokusunu içine çekerdi.Çok güzel kokardı kahverengi saten gibi saçları.Sabun köpüğü,yaban mersini karışımı.Sarah’nın yeşil-mavi gözleri dolmuştu.Kristal gibi bir göz yaşı damlası göz pınarından burnunun kenarına aktı.Oradan da çenesine…Evin bir köşesine saklanıp hep onu korkutmaya çalışırdı.Sarah hiçbir seferinde korkmazdı,korkmuş gibi de yapmazdı.”Peki.” derdi her seferinde “Bir dahakinde göreceğiz.”…
Ama yoktu işte artık.O lanet hastalık yüzünden kardeşi artık hayatta değildi.O illet şey aç bir fare gibi kardeşinin küçük bedenini kemirmiş ve onu yok etmişti!Carter bir anda hastalanmış ve o hiçbir şey yapamamıştı.Geniş koridorun karşı odasından onun çığlıkları gelirken Sarah kulaklarını kesmek,kopartmak,yok etmek istemişti.Başını yastığa bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlamıştı.Bir gün cesaret edip koridordan ona beş saat gibi gelen bir sürede geçmiş ve odaya girmişti.Odanın kendisi de hastalanmıştı sanki.Ter,idrar ve hastalık kokuyordu ayrıca ağırlaşmıştı hava.Odanın vişne rengi kalın perdeleri kapatıldığı için içerisi loştu.Sarah ayaklarını mermer zeminde sürüye sürüye yatağa yaklaşmıştı.Tam yeşil maun,o çok sevdiği,komidine geldiği zaman yatağın çarşafı açıldı.Mavi çarşaf buruş buruş olmuştu ama artık altındaki insanı gizlemiyordu.İnsan değil,o şeyi.Kardeşi ona baktı;ama o kardeşi değildi artık.Elleri pençeleşmiş,kıvrılmıştı.Beli de bükülmüş bir cenin gibi yatıyordu.Derisi parşömen rengine dönümüş,kemikleri sanki o ince deriden fırlayacaktı.O güzelim saçları kafasına yapışmıştı.O şey ağzını açıp kapadı.Sarah’nın aklına o anda tek şey geldi:”Kaç!Çabuk kaç yoksa bu şey seni yiyecek.”Tabii ki böyle bir şey olmayacağını biliyordu ama yüreği ağzına gelmişti.Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu.O yaratığın hırıltılarını duyup kendine geldi.O şey,Carter,ağzını açtı ve tek bir sözcük duyuldu:”Sarah.”
Kuru bir koruluğun ortasında kahverengi saçlı bir kız,büyük çam ağacının altında oturuyordu.Yağmur durmuştu.Etrafı mis gibi bir toprak kokusu kaplamıştı.Sarah de Villepin ağlıyordu ama farkında değildi.Sarah kalbinin cızırtısın duydu.”Gerçekten kalbim cızırdadı!” dedi.Sonra başını kaldırdı ve duyduğu şeyin kalbi olmadığını anladı.Biraz önce,gerçekten ne kadar önce olduğunu bilmiyordu,sağdaki ağaçta duran karga daldan uçmuş ve yere konmuştu.Seke seke ona doğru gelirken siyah ayaklarından biriyle yerdeki kurumuş,sarımsı bir dala basmıştı.Duyduğu ses onun sesiydi.Kargayla göz göze geldi ve kanı dondu.Karganın gözleri simsiyahtı.”Hiçbir şey yok göz yuvalarında!Hiç bir şey yok orda.” diye haykırdı içinden.Eğer beyaz lmasaydı şu anda bembeyaz kesilmiş olurdu.Ama kargaya bakmaya devam etti.Karga onu bir süre daha süzdü daha sonra kendi rengiyle tam bir tezat oluşturan sarı çalıların arasında kayboldu.Sarah gözyaşlarını sildi.Kendi kendine “Bir karga yani ne olmuş.” diyerek yavaşça ayağa kalktı.Paltosuna yapışan dal ve ot parçalarını temizledi ve ulu ağacına döndü.Evet bu ağaç artık onun çam ağacı olmuştu.Ağacın gövdesine şefkatle dokundu ve sonra arkasını dönüp yürümeye başladı.Hafif rüzgar esmeye başladı.Sarah mavi paltosuna sıkı ıkı sarıldı ve gökyüzüne baktı.”Umarım bu rüzgar bulutları dağıtır.” Diye iç geçirdi ve yürümeye başladı.Arkasından seke seke gelen,gök yüzündeki bulutlardan daha kara olan kargayı fark etmedi